Etiketler

9 Şubat 2013 Cumartesi

Hikayem Paramparça- Emrah Serbes


Afilli Filintalar ve bir dergi için yazdığı cümle, yazı ve öykülerden oluşan kitabın gün yüzü görmemiş yeni bir hikayesi de var. Adı "Galip İşhanı".  Ayrıca kitapta yazıların arasına serpiştirilmiş fotoğraflar var. Beğenerek bir çırpıda okudum. Fakat kitap kapağını pek sevmedim.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Silver Linings Playbook (2012)- David O. Russell


O şimdilik bir Oscar adayı. En iyi film dalında. Moda deyimle “keyifli” bir film.

 Karakterlerimiz bir takım zorlu yaşantılardan sonra azıcık kafayı sıyırmışlar yaniii bir takım psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar. Bradley Cooper’ın oynadığı Pat, karısı ile ilgili yaşananlardan sonra yattığı hastaneden çıkar. Ailesinin evine yerleşir. Karısını hala unutamamıştır ve çevresine uyum sağlayamamaktadır. Pat’ın babası acayip bir karakterdir. Futbol fanatiğidir. Öyle ki maçların oynandığı stadyuma saldırganlığı nedeniyle alınmamaktadır. Filmin kilit noktalarından birini oluşturan maçlar için bahse girme durumunu da baya bir abartmıştır. Ve kendisini Robert De Niro canlandırmaktadır. Jennifer Lawrence - ayrı bi beğeniyorum- ise kocasını kaybettiği için dengesini de kaybetmiştir ve bir dans yarışması için hazırlık yapmaktadır. Bu iki dengesizin yolları sokakta koşarken kesişir. Bir takım çıkar ilişkileri falan derken olay romantik komediye bağlanır. Haa bence Oscar alamaz ama fena bir film değil.



Umut Isigim (2012) on IMDb

22 Ocak 2013 Salı

Argo (2012)- Ben Affleck

Şimdilik Oscar ödüllerine 7 dalda aday olan bir film Argo.

 Kısaca;

 İran devrimi sırasında Amerikan Büyükelçiliğinde çalışanlar rehin alınır. Ancak 6 Amerikalı kaçmayı başarır ve Kanada Büyükelçiliğinde gizlenirler. Filmin olayı bu; Amerikan vatandaşlarını kurtarma operasyonu, kahramanlıklar, klişeler vs.  Aslında fena film değil ama bir Amerikan vatandaşı olsaydım çok beğenir belki oscar bile verebilirdim.


Operasyon: Argo (2012) on IMDb

11 Ocak 2013 Cuma

Mutlu Moskova- Andrey Platonov



Sovyet rejimi sırasında yasaklanmış bir yazar Platnov. Yasaklanmasının nedeni, kitabın anlattığı dönemin farklı bir bakış açısıyla ele alınmış olması olabilir.
Moskova Çestnova çocukluğunda garip bir olaya tanık olmuş ve bu olay onda bir boşluk yaratmıştır. Hayatı boyunca doldurmaya çalışacağı bir boşluk. Hayatına giren diğer karakterlerde de görürüz bunu.  Yaşadıkları koşullara ve görevlerine bağlıdırlar ancak sürekli bir şeylerin eksikliğini hissederler. Bu belki de Moskova’yla yollarının kesişmesinden kaynaklanmaktadır. 

8 Ocak 2013 Salı

The Ghost Writer (2010)- Roman Polanski



Dönemin İngiltere Başbakanın hayatını kitaplaştırması için tutulan yazar ölmüştür. Onun yerine kitabı derleyip toparlaması için, güzel bir maaşla, bu işi Ewan Mcgregor’ın canlandırdığı adamımız “Ghost” alır. Ancak olaylar tabii ki beklenildiği gibi gitmez. Önceki yazarın ölümü ve ardında bıraktığı işaretler, başbakanın karısının garip ilişkileri derken olaylar gelişir. Güzel gelişir. Sonu da tadından yenmez.
The Ghost Writer (2010) on IMDb

20 Aralık 2012 Perşembe

Life of Pi (2012)- Ang Lee

Biraz geç olmuş olabilir ama izlediğim ilk 3D film. 3D için doğru bir tercih olmayabilir.
Bir roman uyarlaması olan filmin konusu enteresan. Hindistan'da hayvanat bahçesi işleten bir aile hayvanlarıyla birlikte Kanada'ya gitmek için gemiye biner. Gemi fırtınada batar. Pi ve Richard Parker adlı kaplan bu kazadan kurtulurlar. Okyanusun ortasındaki yaşam mücadelesini izlemeye devam ederiz..Film, sonunda bir ikilemde bırakır izleyenleri; düş mü gerçek mi hikayesi. Ayrıca film boyunca pek diyalog olmadığından bol bol hint müziği dinlemek zorunda kalıyorsunuz o da biraz bayıyor.  Ve en iyi film de dahil 4 oscar adaylığı var.

  Pi'nin Yasami (2012) on IMDb

2 Aralık 2012 Pazar

Gizli Ajans- Alper Canıgüz


''İnşaat halinde bir bina düşün," dedim. "Ve ben de kendimi onun çatısından aşağı atarak intihar etmeye karar vermiş olayım. Eğer merdivenlerin parmaklıkları henüz inşa edilmemişse, inan bana, basamakları apartman boşluğu tarafından değil, duvar tarafından tırmanırım. Hiç kimse ölene kadar ölüme hazır değildir.''


Alper Canıgüz diğer kitaplarındakine benzer bir kurguyla yazmış bu kitabı da. Bu kez hikayenin enteresan ögelerine Musa'nın çalışmaya başladığı ajansta rastlıyoruz. Örneğin; ajansın sahibi yüklüce bir mirasa konmuş olan bir kedi. Aşk, uzaylılar, Sezyum (Kaan), ölüm... uzun uzun anlatmaya gerek yok. Oku, eğlen.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Je Vais Bien, Ne T'en Fais Pas- Philippe Lioret



Sonunda mide boşluğunda etki yaratan filmler kategorisinden,  kitap uyarlaması bir film. 
Barcelona tatilinden dönen 19 yaşındaki Lili ikiz kardeşi Loic'in babasıyla yaşadığı tartışmadan dolayı evi terk ettiğini görür. Kardeşini arar, mesaj bırakır fakat bir türlü ulaşamaz ona. Bir süre sonra onun öldüğüne inanmaya başlar. Yemeden içmeden kesilir, hastanelik olur. Bir süre hastanenin psikiyatri servisinde kaldıktan sonra babası, kardeşinin Fransa’nın başka bir şehrinden postalanmış mektubunu getirir. Mektupların devamı gelir. Lily bu mektuplarla hayata döner. Kendini toparlar. Ama hala kardeşini aramaktadır. 


Bir de kardeşinin gitmeden önce Lily için besteleyip kaydettiği bir şarkı var ki, filmde üç kez dinleme şansınız oluyor, gerçekten titretiyor gönül telinizi. Oyunculuklara bayıldım. Kurguda  ufak tefek tutarsızlıklar olsa da etkileyici bir film.


Je vais bien, ne t'en fais pas (2006) on IMDb

30 Kasım 2012 Cuma

Taare Zameen Par - 2007- Aamir Khan


İsmi 'yerdeki yıldızlar' olarak çevrilmiş olan bu Hint  filminin konusu her çocuğun öğrenilebilir olduğu. 

Öğrenci klasik eğitim metotlarına yanıt vermez üst üste sınıfta kalır ve akademik olarak başarısızdır. Resim yapmayı sever ve konuda oldukça iyidir. Okulda başarısızlığı nedeniyle cezalar alır. Okuldan kaçmaya başlar. Ailesi bu durumu öğrenerek okula gittiğinde oğullarının durumu ile bildiklerinden ilgili daha vahim bir tablo ile karşılaşırlar. Yatılı okul fikri bu noktada doğar. Olaylar gelişir. 

Film müzikal tarzında ve ara ara animasyonlar kullanılmış. Bence bu iki öğe kullanılmasaydı film daha başarılı olabilirdi. Ayrıca filmde baht dönüşünde kilit rol oynayan abinin her bakımdan mükemmel gösterilmesi biraz gerçek dışıydı. Sonuç olarak film çocuğu olmayan ve çocuk eğitimiyle ilgilenmeyenlerin biraz daha mesafeli durabileceği bir film olabilir ama bence öğretici ögeler taşıması nedeniyle izlemeye değer.
Taare Zameen Par (2007) on IMDb

22 Kasım 2012 Perşembe

Semerkant- Amir Maalouf





"Okumayanı dövüyorlarmış" listesinden bir kitap.
Hayyam'ın Rubaiyat'ının 1702'de başlayıp 1912'de biten yolculuğunun hikayesini anlatıyor. Amin Maalouf hiakayenin geçtiği coğrafyaların siyasi olaylarını da anlatmış. Okunmalı.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Ceylan Ertem- Ütopyalar Güzeldir (2012)



  
1 -  Hayal'et (İntro)
2 -  Ne Olursan Ol Gelme
3 -  Oğlan Acı Çekiyor
4 -  Kış Suçlu Çok
5 -  Cennetin Irmakları
6 -  Orman
7 -  İstisna
8 -  Ertesi Gece
9 -  Kaçıncı Yarın
10 - Ne Güzel Gün
11 - Annem Duysa Üzülür
12 - Ütopyalar Güzeldir


18 Ekim 2012 Perşembe

Rüyanın Öte Yakası- Ursula K. Le Guin


Gördüğü rüya bir sonraki günün gerçeği oluyor. Bazen sadece sıradan bir değişiklik yaratıyor bu durum bazen de tüm dünyanın kaderini değiştiriyor. Ama Orr’dan başka kimse bunun farkında değil. O da bu rüyaları baskılamak için ilaçlar alıyor. Başkalarının ilaç kartlarıyla aldığı ilaçlar nedeniyle başı belaya giriyor. Kurtulmak için gönüllü olarak terapiye gitmesi gerektiğinden kitabımızın diğer önemli kahramanı doktor Haber’la tanışıyor. Doktor başlangıçta  olanların farkına varamıyor ancak vardığında sergilediği tutum işleri değiştiriyor. İnsanlara istediği rüyayı görmelerini sağlayacak bir makine üzerinde çalışıyor Haber.

Ursula K. Le Guin’in kurguladığı dünya bize geleceğimizi anlatıyor. Çevre kirliği, küresel ısınma almış yürümüş, nüfus  patlaması olmuş. İnsanlar kutu gibi odalarda yaşamak zorundalar, enteresan hastalıklar türemiş ve bir çok detay daha. Dünyanın içine ettikten sonra birinin bir rüya görmesiyle her şey düzelebilir mi? Beklentiler  ve gerçekleşenler her zaman tutarlı olur mu?

Le Guin yine öyle güzel anlatıyor ki hikayesini. Önce sizi içine yavaş yavaş çekiyor, sonra maceraya ortak ediyor ve unutulmaz bir tat bırakıyor belleğinizde.  Kitaptan bir alıntıyla sonlandırıyorum.
'Aşk taş gibi durduğu yerde beklemez, tıpkı ekmek gibi yapılmalıdır; hep yeniden yapılmalı, taze tutulmalıdır.'

17 Ekim 2012 Çarşamba

Before Sunrise (1995) - Before Sunset (2004) - Before Midnight (2013) Richard Linklater





Before Sunrise (1995)
 Evet biliyorum yayınlanalı yıllar oldu ama bugüne kısmetmiş benim için. (Kader, kısmet?) Hem bu filmler bilgisayarımda neredeyse bir yıldır bekliyor izlenmeyi. Afişi hiç çekici gelmemişti. Sıradan bir romantik komedi sanmıştım. Ama hiç de klişe değilmiş. Aksine bayıldım filmlere.
İlk filmde yolları kesişen kahramanlarımızla Viyana sokaklarında yaklaşık 1 gün boyunca geziyoruz. Sanki onların muhabbetine yancıymışım gibi izledim filmi. 
İkinci filmi izleyeceğimi bildiğimden , 9 yıl sonra neler olabileceğini düşünerek izledim bir yandan. Tanıdık bir son vardır ya; araya ayrılık girecekken adam ya da kadın her şeyden vazgeçer sevgilisine döner ve mutlu mesut yaşarlar. İyi haber ; ilk film öyle bitmedi. Before Sunrise (1995) on IMDb

   
Before Sunset (2004)
İkinci film gerçek zamanlıydı. Jesse ve Celine bir         tesadüf eseri ya da yıllardır tasarlanan bir planın parçası olarak Paris’te karşılaştılar. Birlikte geçirdikleri tüm zamanı yani 80 dakikayı izledik. Aradan geçen yılların özetini, birbirleri hakkında düşündüklerini öğrenmiş olduk. Ancak klasik Holywood filmlerine alışkın bünyeleri yine tatmin etmeyen bir sonla karşılaştık. Ben sonunda küfür ettiren filmleri seviyorum. Beklenmeyen bir son ile şaşkınlık vb duygular yaratan ve bu şaşkınlığın ardından gelen küfürlerden bahsediyorum. Saymalı, sövmeli değil. Neyse demem o ki Before Sunset de öyle bitti. Before Sunset (2004) on IMDb


   

Before Midnight (2013)


 Ve bir 9 yıl daha sonra yani 2013’de çiftimiz yine buluşacakmış. Bu kez Messinia’da      (Yunanistan’daymış). 2013’ün ilk aylarında gösterime girecekmiş. Merakla beklediğim filmin ismi Before Midnight.



7 Ekim 2012 Pazar

My Name is Khan- Karan Johar

Dünyada iki çeşit insan vardır. İyi insan ve kötü insan...




Asperger sendromlu Hintli Müslüman Rızvan Khan’ın hikayesini anlatıyor film. Ancak hikayenin başından sonuna olanlar filmden çok diziyi andırıyor. Çünkü olaylar dallanıp budaklanıyor. Rızvan annesini kaybedince kardeşinin yanına Amerika'ya gidiyor. Aşık oluyor evleniyor. Burada 11 Eylül sonrası müslümanlara karşı geliştirilen tavırla ilgili sorunlar yaşıyor. Evlendiği kadının oğlu sırf müslüman bir soyadı taşıyor diye öldürülüyor. Derdini Amerikan başkanına anlatmak istiyor. Yollara düşüyor.  O sırada Afrika göçmeni bir aileyle tanışıyor. Kasırga kopuyor.  Gerçek kasırga.

Hafiften fantastik takılıyor sanki film bir ara. Başkan filmin başında Bush iken sonunda Obama seçilmiş oluyor.  Ve sanki böylece filme göre tüm dertler bitiyor. O kadar kolay değil aslında. Bence film bir çok konuyu kendine dert edinmiş ve bu yüzden kafası karışık bir film olmuş. İzleyip yorumlamaya değer.
My Name Is Khan (2010) on IMDb

7 Eylül 2012 Cuma

Efrasiyab'ın Hikayeleri- İhsan Oktay Anar


Çok değil, bundan 30 yıl önce diye başlıyor Anar ve kasabaya bir kabadayının canını almaya Ölüm’ü getiriyor. Kabadayı Ölüm’e bir oyun teklifinde bulunuyor. Kazanırsa 100 yıl daha yaşayacak. Oyun eşli oynanacağından Ölüm kendine canı alınacaklar listesinden sıradaki kişiyi; Cezzar Dede’yi  eş olarak seçiyor. Oyunu kazanan Ölüm Cezzar Dede’ye de bir oyun şansı veriyor. Hikaye anlatma oyunu oynayacaklarını ve her hikaye için bir saat yaşayacağını söylüyor. Ölüm ve Cezzar Dede birbirlerine hikayelerini anlatırken bir taraftan da kasabanın mahallelerinde sıradaki kişi olan Uzun İhsan’ı arıyorlar.
Ölüm üzerine cümlelerini sevdiğim, okurken eğlendiğim bir kitaptı. Ayrıca bu hikaye oyunlaştırılmış ve 2001'de devlet tiyatrosu tarafından sahneye konmuş.

Hikaye içindeki hikayelerin isimleri;
Güneşli Günler
Bidaz'ın Laneti
Bir Hac Ziyareti
Dünya Tarihi
Ezine Canavarı
Hırsızın Aşkı
Şarap Ve Ekmek
Gökten Gelen Çocuk

3 Eylül 2012 Pazartesi

Pleasantville - Gary Ross (1998)



Pleasantville  her şeyin mükemmel olduğu siyah beyaz bir televizyon dizisidir. Bu dizide tutku, ihtiras, aşk, seks, kavga, felaket yok. Ama bu diziyi severek izleyen sakin sessiz bir karakter olan David ve Onun tam tersi olan ablası Jennifer tesadüfi gelişen olaylar sonucu dizinin içindeki bir ailenin çocuklarının yerini alınca işler değişir. Siyah beyaz olan dizimiz yavaş yavaş renklenmeye başlar ve izlemesi gayet keyifli bir karmaşaya dönüşür.

Pleasantville (1998) on IMDb

30 Ağustos 2012 Perşembe

Oğullar ve Rencide Ruhlar – Alper Canıgüz



Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışarıdaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşıyordum...

Alper Kamu, beş yaşında ve hayatının en olgun döneminde olduğunu iddia ediyor. Önce ailesini, arkadaşlarını ve komşularını derinlemesine tanıyoruz. Mahallede belalı bir çocukla başı dertte ve bu dert onu bambaşka bir olayın içinde bulmasına neden oluyor; bir cinayetin. Cinayeti çözmek ise yine ona düşüyor. Çünkü gerçekten çok olgun!

Oğullar ve Rencide Ruhlar, sırıta sırıta okunacak hatta mekan müsaitse okurken kahkaha atılabilecek kitaplar kategorisine giriyor. Çok eğlendim.  Ancak bir uyarı; okurken beş yaşındaki çocuk nereden bilecek bunları mantığından arınıp okumak gerek.  Yoksa canınız sıkılabilir. Bence eğlenmenize bakın.

Mucizevi Mandarin - Aslı Erdoğan


"Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler, ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş.

Bir zamanlar izlediğim "mucizevi mandarin" adındaki bir balenin, eski çin efsanelerinden alınma öyküsünü, ilk sevişmemizden hemen sonra Sergio'ya anlatmıştım. Nedense anlattıklarımdan pek hoşlanmadı, ama bu öykü benim en sevdiklerimden biridir."

Kırmızı Pelerinli Kenti okmuştum 7-8 yıl önce. Sonra bir kaç kitabını daha okudum. Otobiyografik yanlarının olması sanırım dikkatimi çekmişti o öykülerinin. O zamanlardan bir Aslı Erdoğan hayali var kafamda.  Mutsuz ve umutsuz olmakta inatçı, yalnız, güçlü görünen ama çok incinmiş, akıllı mı akıllı bir kadın.

Mucizevi Mandarin’de iki öykü var. Biri,  gözünü birini kaybetmiş, sevgilisi tarafından terk edilmiş, İsviçre'de tek başına yaşayan, türk bir  kadının acılarını, tespitlerini anlatıyor. 

Neden bu kadını okumayı sevdiğimi tam olarak açıklayamasam da ara ara hep aklıma geliyor bir Aslı Erdoğan kitabı okumak. Sanırım kitaplarının yarattığı hissiyattan kaynaklanıyor bu ara ara okuma isteği. Çünkü hep kayıp karakterlerin hikayeleri bunlar. Aynı zamanda kadın olmakla,  hem kadın hem Türkiye’de doğmuş, büyümüş olmakla ilgili yerinde saptamaları var. Ha bir de geleceğe kalacak elli yazar arasında sayılıyor kendisi.



3 Ağustos 2012 Cuma

Veciz Sözler- Barış Bıçakçı



“Tanrı, eğer varsa, bir iyilik yapıp bütün kullarının kulağına hiç durmadan “sen değerlisin, sen değerlisin!” diye fısıldamalı, sırtını sıvazlamalıydı.”


Kahramanımız Sulhi Saygılı. Kendisi, heyecanların zamanla kedere evrildiği bir yaşamdan muzdarip. Hatta “kremalı bir yalnızlıktan, kemiksiz bir kederden...” Bir radyo programında çıkıyor karşımıza Sulhi. Hem bizim hem de yazarımızın. Yazarımız pek cana yakın. Parantez aralarında özel ilgi gösteriyor biz okuyuculara. Radyo programının adı “Veciz Sözler”. Her sabah bir kelime belirliyor programı sunanlar. Arayanlar da o kelime ile ilgili bir cümleyle katılıyorlar programa. Sulhi devamlı katılımcılarından Veciz Sözler'in.

Mesela aile için; “televizyon karşısında gerçekleştirilen toplu bir intihardır.” demiş Sulhi. Özgürlük için; "Aşktan bile değerli", edebiyat için; "İnsanlar arası bir yalıtkandır." demiş. Kelime “ölüm” olduğunda ise Sulhi'nin kurduğu cümle şu olmuş; "Ölüm hakkında konuşmaya değmez." İşte böyle beylik sözler eden Sulhi’nin arkadaşlarına, ailesine, karşılıksız aşklarına ilişkin okunası bir hikaye Veciz Sözler.

Barış Bıçakçı yeni okumaya başladığım bir yazar ve iki kitabı daha sırada okunmayı bekliyor kitaplıkta.  “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filminin uyarlandığı kitabı da o yazmış. Kitabı okuyunca filmi de izleyeceğim.  Paylaşırım.

Sonuç (sözlük tanımı): Bir solukta okunan, yer yer gülümseten bir kitap. Okuyun.


Ursula K. Le Guin



1920’de Berkeley, Kaliforniya ABD’de doğmuş,  bilim kurgu ve fantastik edebiyatının en önemli yazarlarından biri.

Eğitim:
  • Columbia Üniversitesi
  • Fransa ve İtalya’da Orta Çağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı üzerine yazmış tezini.

Aile:
  • Babası antropolog, annesi psikolog ve yazarmış.
  • 3 erkek kardeşi varmış.
  • Tarihçi Charles A. Le Guin ile evlenmiş.
  • Üç çocuk ve dört torunu varmış.

Edebiyat:
  • 1969’da karanlığın Sol Eli adlı kitabı yazmış ki bu kitap benim okuduğum ilk Le Guin romanıdır. İki önemli ödül almış. Öncesinde öyküler yazıyormuş.
  • Sonra Mülksüzler’i yazmış ki ülkemizde bu kitabıyla ünlüdür. Onun hakkında da yazacağım ileride.
  • Sonra Yerdeniz serisi ve diğerleri.

Ursula K. Le Guin’in bilim kurgu anlayışı terminator tarzından uzak, teknolojik değişimden çok sosyolojik değişimleri içeriyor. Kitaplarındaki konular herzaman çok özgün, çekici, insancıl.  Anarşist ve feminist olduğu söylenebilir.
Severek, bayılarak okuyorum. Ellerinden öpüyorum.
Kaynak: vikipedi

2 Ağustos 2012 Perşembe

Gelin alma!




Alıyoruz veriyoruz.
Biz bunu yıllardır yapıyoruz.
Alan sindirir.
Veren ötekileştirir.
Doğumundan yıllar sonra kadın, yeniden şekillendirilir.
Rahat bırak!







Yerdeniz Beşlemesi- Ursula K. Leguin




Sevgili Ursula K Le Guin, şimdiye kadar kitaplarını en çok okuduğum yazarlar listesinde bir numarada.  Daha önce de belirttiğim gibi uzun yazmayı sevmem. Tercih etmem. Ama Ursula Teyzemiz uzatmayı baya bir seviyor. İyi de yapıyor. Üçleme olarak yazmaya başladığı “ Yerdeniz Üçlemesi”  beşleme oldu. Pek de iyi oldu. Bunlara ek olarak “Yerdeniz Öyküleri”ni yayımladı. Yine aynı diyarlarda geçen ve beşlemedeki bazı karakterlerin daha ayrıntılı öykülerini yazdı o kitapta. Ben onu okumadım henüz. Okuduklarımdan başlayalım. Haydi buyrun beşlemeye...


Yerdeniz I: Yer Deniz Büyücüsü
Yazar her kitap için bir tema belirliyor. İlk kitabın teması büyümek. Kitabın ana kahramanı asıl adı Ged olan Çevik Atmaca. Kitapta Ged’in büyücülük yolunda attığı ilk adımları, hocası Ogion’un yanında geçirdiği günleri, Roke Büyücülük Okulu'na kabul edilişi anlatılıyor. Ancak büyümek o kadar kolay değil. Bence büyürken bize eşlik eden en önemli duygu merak duygusu.
Ged aşmaması gerek bir sınırı aşıyor ve ölüler aleminden bir ruh çağırma iddiasında kapıyı aralık bırakıyor. Bu gölgeler Ged’in peşini bırakmıyor. Biz de bu macerayı okurken bir taraftan birey olma, kendini tanıma, ve kişinin kendiyle yüzleşme süreçlerine tanıklık ediyoruz.

Yerdeniz II: Atuan Mezarları
Yazarın söylediğine göre konu cinsellik. Bu kitaptaki baş kahramanımız Tenar. Atuan Mezarlarının İlk ve Son Rahibesi. Bunun nedeni ise bu inanışın reenkarnasyona dayanması. Bir önceki rahibe öldüğünde, onun ruhuyla doğan sağlıklı bir kız bebek aramaya başlıyorlar ve buldukları kızı 6 yaşında ailesinden alıp Atuan Mezarları’nın Rahibesi yapıyorlar. Tenar’ın görevi mezarların altındaki labirenti keşfedip oradaki hazineyi ve mezarları korumak. Koruduğu şeylerden biri de Erreth-Akbe halkasının yarısı. Ancak diğer yarısına sahip olan biri halkayı tamamlamak ve barışı daimi kılmak için geliyor. Kitabı okurken müthiş keyif almıştım. İnsanı şaşırtan, sevindiren, içini burkan anlar vardı. Yazarın cinselliğin altını çizmiş olması bence rahibelik gereklilikleri ve Tenar’ın arzularının çatışmasının bir sonucu. Bir taraftan normal Yerdenizli bir kadın olma isteği bir taraftan üzerine yüklenen görevler ...

Yerdeniz III: En Uzak Sahil
Bu kitapta ejderhalar diyarına yolculuk var. Kutsal bir amaç için. Ölümsüzlük adına tüm varoluşu feda etmek isteyen “Kuğu”nun açtığı kapıyı kapatmaya gidiyor artık Baş Büyücü olan Ged. Yalnız değil. Yanında kralın oğlu Arren var. Ancak böyle bir kapıyı kapatmak ve ölümsüzlüğe karşı koymak hiç de kolay değil. Yazar da kitabın ölüm hakkında olduğunu söylüyor. Ve bu yüzden bu kitabın, serinin daha tutarsız daha havada kalan bir parçası olduğunu ekliyor. Ölüm, anlatırken de kolay değil.
Yerdeniz'in ayrıntılı haritası En Uzak Sahil kitabında yer alıyor. Daha fazla ayrıntı için; http://www.ursulakleguin.com/EarthseaMaps/index.html

Yerdeniz IV: Tehanu
Ursula K. Le Guin üçlemenin ardından hikayenin öyle bitmemesi gerektiğini düşünmüş ve hikayeye yeni bir karakter eklemiş. Kitabın ismi olan karakteri. Atuan mezarlarından tanıdığımız Tenar’ın, mezarların yıkılışından sonra normal Yerdenizli bir kadın gibi yaşamayı seçtiğini ve neler yaşadığını öğreniyoruz. Sonra yüzünün yarısı ve bir eli yanmış olan bir kız çocuğunu evlat ediniyor. Ged’in hocası olan Ogion’a gidiyor. Yaşlı Ogion bir süre sonra ölüyor. Ged’in de emeklilik günlerinde tercih ettiği yer ustasının evi oluyor. Ged ile Tenar tekrar buluşuyorlar. Ancak kötüler kahramanlarımızın,  kötülükler ise Yerdeniz’in peşini bırakmıyor.

Yerdeniz V: Öteki Rüzgar
Serinin şimdilik son kitabı .Kuvvetle muhtemel öyle de kalacak .Bu kitapta aşk var, ölüm de var. Tamamlayıcı, taşları yerine oturtan bir tarafı da var bu kitabın. Yerdeniz’e değişimin hakim olduğu bir dönem de Kral Lebannen, Tenar’ı, kızı Thennu’yu, rüyalarında kaybettiği karısını ve ölülerin diyarını gören Kıvılcım’ı saraya Havnor’a davet ediyor. Oradaki büyücülerle konu hakkında toplantılar yapıyorlar. Thennu özel durumu nedeniyle baş büyücülüğü bırakmış Ged’in görevini üstleniyor sanki.
Serinin tamamında da bu kitapta da hayata, varoluşa duyulan saygıyı görmek mümkün. Var olan her şeyin düzen içinde bir yeri olduğunu, küçük- büyük her şeyin ve herkesin hayata ve insana önemli katkılarının olduğunu anlatıyor kitap/kitaplar. Ve büyürken de bunlardan kendi payımıza düşeni almak ve olabildiğince hayata katılmak olmalı görevimiz diye düşündürüyor.
Okuyun, düşünün.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Temple Grandin - Mick Jackson (2010)


Yüksek işlevli otizmli Temple Grandin’in yazdığı iki kitabından uyarlanan film Grandin’in kendi hikayesini anlatıyor. Otizmi nedeniyle yaşadığı sosyal etkileşim ve iletişim sorunlarını, dünyayı nasıl gördüğünü, düşünme biçiminin farklılığını görüyoruz filmde. Yer yer duygu yoğunlukları da yaşatan güzel bir film.

Temple Grandin (2010) on IMDb

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Hysteria - Tanya Wexler (2011)



19. yy İngiltere’sinde geçen vibratörün icadının izlenilebileceği bir film. Hysteria kadınlardaki huzursuzluğa konulan teşhis.  Hastalığı tedavi eden doktorumuzun iki kızı var birbirinden akıllı. Kızlarından biri kendinden beklenen hayatı yaşayıp babasının izinden giderken diğeri kendini hayır işlerine vermiş,özgürlükçü, babasına rest çekmeyi göze alan biridir.

Hysteria uzmanı, işlerinin yoğunluğu ve uyguladığı tedavinin zorluğu nedeniyle yanına bir doktor alır. Bu genç doktor, geleneksel tıp uygulamalarına karşı çıkan, çalışkan biridir. Genç doktor ihtiyar doktorun kızları ile tanışır ve  aralarında bir takım ilişkiler gelişir ve dolayısıyla olaylar gelişir.
Hysteria (2011) on IMDb

18 Haziran 2012 Pazartesi

Dogtooth – Kynodontas (2009)


deniz: Ahşap kolluklu deri koltuk.
otoyol: Çok güçlü rüzgar türü.
seyahat: Zemin kaplamada kullanılan dayanıklı bir madde.
tüfek: Güzel beyaz bir kuş.

Saçma mı? Hayır değil. Filmdeki karakterlerin yaşamları için çok önemli bilgiler bunlar. Beş kişilik bir aile. Baba bir fabrika da çalışıyor. Evde dış dünya ile bağlantısı olan tek kişi o. Anne ve artık çocuk denmeyecek kadar büyümüş üç çocuk geniş bir arazisi olan evden dışarıya hiç çıkmıyorlar. Çünkü çıkarlarsa ölürler. Anne ve babanın çocuklar için yarattığı bu dünyada bildiğimiz dünyadaki hiçbir şey doğru değil. Kelimelerin anlamları bile...
2009 Yunan yapımı, Cannes’dan "belirli bir bakış" ödülü almış, distopya  türünde bir film bu. Yönetmen Giorgos Lanthimos.  
Evde radyo, bilgisayar ve babanın seçtiği kitaplar dışında hiçbir bilgi kaynağı yok. Televizyon var fakat o da kendi çektikleri video görüntülerini izlemek için. Bir de anne babanın izlediği çocuklara yasak olan porno videolar var. Her şeyi baba öğretiyor. Tabii canı nasıl isterse. Çocuklar doğru davranışlar gösterdiklerinde ve yarış kazandıklarında çıkartma alıyorlar.  Çıkartma sayısına göre de ödül alıyorlar. İstenmeyen davranışlarında ise ceza. Anne bu düzeni yürütmekle görevli, kuralları baba koyuyor.  bir tanrı ya da bir kral gibi kendi düzenini yaratma çabası var babanın. Eve dışarıdan giren erzakların ambalajları eve gelmeden çıkartılıyor. Evde bir telefon var ancak dolapta saklanıyor. Baba çevresindekilere  karısının tekerlekli sandalyeye mahkum olduğu için dışarı çıkmadığını ve ziyaretçi  kabul etmediğini söylemiş. Bu yüzden eve gelen giden yok. Eve dışarıdan giren tek kişi erkek çocuğun cinsel ihtiyaçlarını gidermek için düzenli olarak, babanın eve getirdiği kadın. Baba ile aynı yerde çalışıyor. Eve gözleri bağlı şekilde getirilip götürülüyor. Kadının o evde neler olup bittiğini merak ettiğini tahmin edebiliyoruz. Ve olanları anlamaya çalışırken biraz müdahalede bulunmak istiyor ve bunu başarıyor.
Film boyunca babanın yarattığı dünyayı izliyor ve tartıyorsunuz. İnsan üzerinde uygulanabilecek baskının sınırlarını, insanları istenilen yönde şekillendirmenin olağanüstü olabilirliğini görüyorsunuz. Oldukça merak uyandıran bir ortam sunuyor film size. Onların benimsedikleri yaşamı algılamak ve anlamak zaman alıyor. Dış dünyaya olan meraklarını giderip gideremeyeceklerini bekliyoruz. Filmde pek çok alt metin olduğu kanısındayım.

Filmin isminin nereden geldiğini söylemeyeceğim ama tahmin edilebileceği gibi köpek dişinin bildiğimiz anlamına farklı anlamlar yükleniyor elbette. Mutlaka izlenmeli. 

Kynodontas (2009) on IMDb

12 Haziran 2012 Salı

Codayi-İ Nadir Ez Simin - A Separation – Bir Boşanma


İlk sahnesinden son sahnesine kadar çatışma var bu filmde. Bir aksiyon filmi değil ama izlerken hareketsiz bırakabilir izleyiciyi. Filmin yönetmeni Asghar Farhadi. Kendisi filmde bir doğruyu işaret etmiyor bize, çoğunlukla işin yargı kısmını izleyiciye bırakıyor.

Film bir adliye binasında hakim karşısında boşanmak isteyen bir çifti görmemizle başlıyor. Bu arada filimin orijinal adının tam çevirisi Simin ile Nadir’in boşanması anlamına geliyormuş. Simin, İran’dan ayrılmak ve yurt dışında yeni bir yaşam kurmak için vize işlemlerini halleder ancak kocası Nadir bu yolcuğa çıkmak istememektedir. Alzheimer olan babasını bırakamayacağını söyler. Hakim onları boşamaz ve Simin’e hayatına  geri dön tavsiyesinde bulunur. Bu durumda kızları Termeh -kendisi 11 yaşında- babasının izni olmadan yurt dışına çıkamayacağından Simin çıkmaza girer. Evi terk ederek annesinin evine gider. 

Burada  “Kızım Olmadan Asla” tadında bir şeyler izleyeceğim hissine kapılmıştım ama yanılmışım. O evi terk edince evdeki işleri halledecek ve Nadir’in babasına bakacak bir kadın bulunur. Ancak işleri halletmek bir yana bu ablamız işleri arap saçına çevirecek katkılar da bulunur. Hamiledir, oldukça dinine bağlıdır, yoksuldur, 5-6 yaşlarında bir kızı ve asabi bir kocası vardır. Hamileliği düşükle sonlanır. Ölen bebeğin katilinin Nadir olduğu suçlamasıyla olaylar gelişir.

Çocuk oyuncular konusunda şöyle bir düşüncem var. Herhangi bir filmde çocuk oyuncunun olduğu sahnelerde  filmden kopup seti hayal ediyorsam eğer o oyunculukta bir problem var gibi geliyor bana. Ama bu filmde zerre kadar hissetmedim bunu. Filmdeki diğer öğelerinde önemi var tabii. Bu konuda tartışmaya açığım ancak gerek ödül alan oyuncular gerek diğerleri için perfetto diyebilirim. Neden perfetto dediğim konusunda fikrim yok. İtalyanca bilmiyorum. Bu konuda da tartışmaya açığım. Ödül demişken filmin oscar ve altın küre aldığını belirteyim.

Filmin haz veren taraflarından biri de izlerken karakterlerin günlük yaşamlarındaki sıradan davranışlarının filmin ana çatışması üzerindeki etkilerini görmek. Üzerinde ince ince çalışıldığı çok belli filmin. İkinci kez hatta belki daha fazla izlenilmesi mümkün.

E tabii bir de film arka planında akıp giden farklı sınıflardan iki İranlı ailenin yaşamı var. Okul, otobüs, arabalar, iş yerleri evler vs.  Film Tahran’da geçiyor. Biz de o coğrafyadaki yaşam hakkında izlenim edinmiş oluyoruz. İyi ediyoruz.

Çok beğendim, bayıldım hatta beğendik, bayıldık. 


Jodaeiye Nader az Simin (2011) on IMDb